✍ Alfred Adler, Sigmund Freud’la beraber psikolojinin 3 fikir mimarlardan biri olarak kabul edilen Carl G. Jung’un “İnsan ve Sembolleri” eserinde taş, bir yönüyle ebediyetin ve değişmezliğin simgesi olurken diğer yönüyle de insan varlığının “kendi oluş”unu temsil eder.
Jung, hemen her uygarlıkta, ünlü insanlara, olgulara taştan bir anıt dikme eğiliminin de var olduğunu söyler. Yakub’un ünlü düşünü gördüğü yere diktiği taş, halkın yerel azizlerin, kahramanların mezarlarına diktiği taşlar, Hacer-ül Esvet, yine Hristiyan sembolizmine göre de İsa, “yapı ustalarının yadsıdığı taştır” ve “köşe taşı olmuştur. (Luka XX:17, İncil)
İnsanın kendi oluşunu ya da bireyselleşme sürecini, papağanlığa benzeyen her türlü taklitten ayırır. Ayrıca lider veya önderleri izlemenin, onların bu yoldaki tarzını kullanıp kopyalamak olmadığını ve gerçek liderliğin daha çok onların başardığı gibi aynı cesaret ve dürüstlükle kendi içsel yolculuğumuzdan geçtiğini ifade eder. Bu yapılmadığı takdirde kendi tabiriyle ruhça bir “taşlaşma” başlar. Jung, insanın bu noktada bilinçli bir şekilde hareket etmesini, daima kendi bireyleşme sürecini izlemesini tavsiye ederken, egoyu da, çıkılan bu yolda insanın kendi farkındalığına varması açısından önemli görür.
Carl G.Jung’a göre insan, kendisini istatistik bir sayı olarak algılarsa, yaşamın hiçbir anlamı kalmaz. Ama öte yandan kendisini çok daha büyük bir şeyin sadece bir parçası sayarsa, ayaklarını sağlam basmayı nasıl sürdürebilir.
İnsanın bu zıtlıkları dengede tutması belki de karşılaştığı en büyük zorluktur.
Image placeholder

0 Yorum

Yorum Yazın